Bundan iki yada üç hafta önce milletin vekillerini millet yerine holdinglerin belirlediğini yazmıştım. Bugünkü yazımda gelin içimizde ki sadakat memurlarına değinelim...
Bir zamanlar siyaset, fikirlerin yarıştığı, yetenekli insanların sorumluluk aldığı bir zemin sanılırdı. Oysa bugün, parti koridorlarında yükselmenin tek yolu sadakattir. Liyakat, yalnızca geçmişte kalmış bir kelime değil; artık sistemin bilinçli bir şekilde dışladığı bir erdemdir. Sadakat memurları, söz söylemezler; sadece onaylarlar. Ve bu yüzden terfi ederler.
Ankara: Dosya Taşıyıcıdan Genel Sekreterliğe
Bir il başkanlığında yıllarca sekreter olarak çalışan bir isim, sessizliği ve sadakatiyle dikkat çekti. Ne zaman tartışmalı bir karar çıksa, o “efendim siz bilirsiniz” demeyi tercih etti. Zamanla, o çekingen figür, parti genel merkezinde önemli bir göreve getirildi. Çünkü sisteme direnmedi, sistemi içselleştirdi. Parti içi klikler, itaatkâr kişilere alan açtı. Onun tek vasfı, emirleri eksiksiz yerine getirmesiydi. Liyakatsizliğin ödülü, yükselmeydi.
İstanbul: Düşünenler Tasfiye Edilirken
Bir belediye meclis üyesi, şehir planlamasına dair alternatif öneriler sundu. Çalışkandı, bilgiliydi. Ama bir kusuru vardı: Kendi fikrini söylüyordu. Kısa sürede “uyumsuz” damgası yedi. Yerine, her karara “olur” diyen bir başka meclis üyesi öne çıkarıldı. Sadakat, düşüncenin önüne geçti. Parti içi terfiler, liyakatli olanların sessizce dışlandığı bir senaryo hâline geldi. Bürokrasiyle değil, dalkavuklukla yazıldı terfi dilekçeleri.
Şanlıurfa: Akraba Atamaları ve Derin Sadakat
Bir ilçe teşkilatında, yönetim kadrolarının büyük kısmı başkanın kuzenlerinden oluşuyor. Liyakat aranmıyor, sorgu yok. Parti toplantılarında tek bir kişi konuşuyor, diğerleri sadece başını sallıyor. Bu sessizlik, yukarıya “uyum” olarak sunuluyor. Ne kadar sessizsen, o kadar değerlisin. Çünkü sadakat, sadece biat değil; aynı zamanda suskunlukta da ölçülüyor.
Trabzon: “Önce Ailemiz, Sonra Partimiz”
Bir bölge teşkilatında, kritik görevlere önce kayınbirader, sonra baldızın eşi getirildi. Teşkilat üyeleri homurdanmaya başladığında, il başkanı şöyle dedi: “Bu dönemde güven en önemli şey.” Güven dediği, aile içi çıkar zinciriydi. Parti vitrini değişmiyordu, sadece soyadlar devrediliyordu. Bireysel başarılar değil, ailevi sadakatler ödüllendiriliyordu.
Konya: Kalem Tutan Değil, Kalem Eğen Yükseliyor
Gençlik kollarından bir isim, yüksek lisans yapmış, uluslararası projelerde yer almıştı. Bir röportajında “parti içinde özgür düşünceye alan açmalıyız” deyince çizildi. Onun yerine, sosyal medya paylaşımlarında sadece “reisimiz emrederse” cümleleriyle var olan başka bir genç terfi etti. Eğitim değil, eğilme biçimi tercih sebebi oldu. Düşünmek değil, eğilmek liyakat sayıldı.
Artık partiler, düşünce üretim merkezi değil; sadakat fabrikalarına dönüşüyor. Terfi edenler proje getirenler değil, emir tekrar edenler oluyor. Bu düzen, yalnızca siyaseti değil, toplumu da çürütüyor. Çünkü halk, yönetenleri değil; yönetenlerin seçtiği sadakat memurlarının kararlarına mahkûm kalıyor.
Kadro savaşları fikirle değil, kulisle kazanılıyor. Kalite yerine itaat, özgürlük yerine biat, liyakat yerine sessizlik alkışlanıyor. Partiler, içinde düşünceye yer olmayan birer yapı kooperatifine dönüşürken; aslında bu ülkenin geleceği de temelsiz kalıyor.
Ama unutmamak gerekir:
Tarih, itaat edenleri değil; fikirleri uğruna bedel ödeyenleri yazar.
Sevgiyle
Leyla Yıldız Atahan