Türkiye’nin bugününe bakınca, karşımıza çıkan tablo tek kelimeyle utançtır. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin CHP’nin İstanbul İl Kongresi’ni iptal etmesi, yalnızca bir parti içi mesele değildir. Bu, hukukun siyasete köle edildiğinin, yargının bir av köpeği gibi iktidarın önünde diz çöktüğünün ilanıdır.

Özgür Çelik ve yönetiminin görevden alınması, ardından Gürsel Tekin’in kayyum olarak atanması, bu tablo, bir hukuk rezaletinin ötesinde, “siyasi mühendislik operasyonu”nun sahneye konmuş hâlidir. Yargı, iktidarın masa başında yazdığı senaryoyu harfiyen uygulayan bir kuklaya dönüşmüştür.

CHP’yi diz çöktürmek için devreye sokulan bu operasyon, aslında muhalefeti tamamen susturma planının yalnızca bir perdesidir. Bugün kongreyi iptal eden zihniyet, yarın kurultayı, öbür gün seçim sonuçlarını iptal etmeye kalkarsa kim şaşırabilir? Hukukun kepenkleri indirilmiş, yargı sarayın ek odasına çevrilmiştir.

Ekonomideki çöküş ise bu tiyatronun faturasıdır. Borsa %5 çakılmış, yatırımcı kaçmış, güven yerle bir olmuştur. Çünkü yatırımcı bilir: Hukukun olmadığı yerde para da barınmaz. Demokrasi boğulurken ekonomi nefes alamaz.

İmamoğlu’nun başına açılan davalardan sonra şimdi de 15 CHP’li belediye görevlisinin tutuklanması, gözdağının yeni sayfasıdır. Bu bir “yargı darbesi”dir. İktidar, sandıkta yenemediği muhalefeti, mahkeme salonlarında boğmaya çalışmaktadır. Bu, hukukun değil, siyasi tasfiyenin ismidir.

Ve dün, CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın polis ablukası altına alınması, bu darbenin en somut fotoğrafıdır. Siyasi partinin kapısına polis yığmak, halkın iradesine zincir vurmak, muhalefeti nefessiz bırakmak için yapılan açık bir kuşatmadır. Bir siyasi parti binasını düşman karargâhı gibi kuşatmak; bu ülkeyi bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp, bir zorba devlete dönüştürmenin ilanıdır. Ya bu ülke nereye gidiyor?

Bugün CHP’ye vurulan kelepçe, aslında 85 milyonun iradesine vurulmuştur. “Son yıllarda yapılan seçimlerde mevcut hükümeti mağlup eden muhalefeti tamamen bitirme” operasyonudur bu. Çünkü biliyorlar ki muhalefet dirildiğinde, iktidarın saltanatı bitecek. O yüzden her yolu mubah görüyor, mahkemeleri sopa, kayyumları giyotin, polisi de abluka aracı gibi kullanıyorlar.

Ama şu bilinmeli: Bu ülke, daha önce de kayyum zulmünü gördü, darbeleri de yaşadı, baskılardan geçti. Hiçbir iktidar, halkın iradesini sonsuza kadar tutsak edemedi. Bugün yargı eliyle ve polis ablukasıyla yapılan bu operasyon, yarının utanç sayfalarına yazılacaktır.

Türkiye, dönülmez bir yol ayrımındadır: Ya hukuka ve demokrasiye sahip çıkılacak ya da tek adam rejiminin gölgesinde sessiz esirler gibi yaşayacağız.

Benim fikrim nettir: Bu yapılanlar ne adalettir ne hukuk. Bu düpedüz bir siyasi linçtir. Türkiye’de “yargı” adı altında işlenen bu rezalet, aslında milletin iradesine atılan zincirdir. Zinciri kırmak, yalnızca CHP’nin değil, bu ülkenin demokrasiye inanan tüm yurttaşlarının görevidir.

Bu, hukuk değil. Bu bir siyasi tasfiyedir.
Bu, adalet değil. Bu bir intikam almadır.
Bu, yargı kararı değil. Bu bir rejim uyarısıdır.
Bu, abluka altındaki bir demokrasi çığlığıdır.

Öyleyse CHP, Diğer Muhalefet Partileri ve Halk Ne Yapmalıdır?

Artık suskunluk yok. “Sine-i millet” dâhil her seçenek masada olmalı. CHP, iç kavgaları bırakıp sokakta, halkın içinde, meydanlarda olmalı. Demokrasi nöbetleri başlatılmalıdır.

Bu mesele yalnızca CHP’nin meselesi değildir. Bugün CHP’ye dokunan el, yarın İYİ Parti’ye, Gelecek’e, DEVA’ya, Saadet’e, Zafer’e, hatta MHP’den kopmuş her demokrat damara da uzanacaktır.

Muhalif partiler birbirleriyle yarışmayı bırakıp, ortak bir demokrasi cephesi kurmalıdır.

İYİ Parti, artık “tek başımıza yol alırız” demeyi bırakmalı, milletin yanında bir demokrasi barikatına dikilmelidir.

DEVA ve Gelecek Partisi, iktidardan koparken söyledikleri “hukuk ve özgürlük” sözlerini yalnızca kitaplarda bırakmamalı, meydanlarda haykırmalıdır.

Saadet Partisi, bu ülkenin tarihsel vicdanı olduğunu hatırlayıp, zulme karşı dik durmalıdır.

Zafer Partisi ve milliyetçi damar, unutmamalıdır ki, vatan ancak adaletle korunur; yargının köleleştiği bir yerde milliyetçilik sadece hamaset olur.

Sessizlik, teslimiyetin diğer adıdır.

Burada en büyük görev halka düşüyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı, bu ülkenin felaketidir.

Halk artık kararlı ve ciddi bir şekilde ayağa kalkmalı. Sesini yükseltmeli. “Adalet istiyorum” diye haykırmalı. Çünkü iktidarlar seçimle gelir, seçimle gider. Ama halk sessiz kalırsa, seçimlerin de anlamı kalmaz.

Bugün CHP’ye takılan zincir, aslında 85 milyonun bileğine vurulmuştur.
Türkiye dönülmez bir yol ayrımında: Ya hukuka sahip çıkacağız ya da tek adam rejiminin gölgesinde sessiz esirler gibi yaşayacağız.

Unutmayın
Suskunluk, zulmün en büyük dostudur.
Direniş ise demokrasinin tek umududur.

Leyla Yıldız Atahan

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve MANSET.DE editöryal politikasını yansıtmayabilir.