Kevser kelimesi, Arapça k-s-r kökünden gelir ve bu kökün asli manası “kesret”, yani çokluk, bolluk ve taşan bereket anlamına işaret eder.
Bu bağlam üzerinde düşünüldüğünde, kelimenin özünde doğrudan su dolu bir havuza işaret edilmediği görülür; ancak suyla kurulan ilişki, Kur’ân’ın kendi içindeki sembolik bütünlük içinde son derece tutarlı bir zemine oturur. Zira Kur’ân’da canlılığın esası sudur: “Canlı olan her şeyi sudan yarattık” (Enbiyâ 30). Bu nedenle su, yalnızca fizikî bir madde değil; hayatın özü, varlığın temeli ve bereketin sembolü olarak konumlanır. Yağmurun toprağa inişi ve kupkuru bir zemini yeniden canlandırması, bu bereket metaforunun en görünür açıklamasıdır. Aynı doğrultuda yeşil renk, hayatı ve varoluşu; toprağın suyla buluşarak dirilişe geçmesini temsil ederken, sarı renk toprağın kurumasını, canlılığın çekilmesini ve yok oluşun son aşamasını sembolize eder.
Bu noktada kevser = çokluk ilişkisi belirginleşir. Çokluk, en berrak biçimiyle su metaforu üzerinden anlaşılır: taşan bir pınar, dolup taşan bir havuz, kesintisiz bir hayat akışı… Dolayısıyla “Kevser verdik” ifadesi, “Sana hayatın özünü, bereketin kaynağını ve tükenmeyen ilahî lütfun temelini verdik” anlamını taşır. Buradaki havuz, bir sembol olarak yer alır: su = hayat, hayat = çokluk, çokluk = kevser. Kevser’in havuz olarak anlatılması, anlamın daraltılması değil; bilakis özün görünür kılınmasıdır. Verilen şey havuzun kendisi değil, havuzun temsil ettiği hayatın özü ve bereketin hakikatidir.
Bu çerçevede insanî bir gerçeklik de ortaya çıkar: İnsan, özünde sürekli var olma arzusunu taşır; hay olmak ve yok olmamak isteği… En büyük korku yokluk; en büyük arzu ise süreklilik, devam ve ölmez bir hayat hâlidir. Kevser tam da bu noktada anlam kazanır. “Sana çokluğu, bereketi, hayatın sürekliliğini ve varlığın kesintisizliğini verdik” ifadesinin nedeni budur. Su nasıl sürekli akıyorsa, Kevser de insanın derinindeki var olma ihtiyacına cevap veren ilahî hayat kaynağını temsil eder.
Sûrenin son kısmına gelindiğinde bütün tablo tamamlanır: “Soyu kesik olanın ta kendisidir.” Bu ifade, kesintisiz hayat çizgisinin zıddını; bereket akışından kopmuş, varlık izini sürdüremeyen ve diri olma hâline kavuşamayan kimseleri tanımlar. İlahi bereketle bağı kesilenlerin yolunun devam etmeyeceği, bir iz bırakmayacağı vurgulanır.
Bu bağlamda ayetin devamındaki “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” emri, verilen bu kesintisiz hayat, bitmeyen bereket ve son bulmayacak soy için bir şükür çağrısı niteliği taşır. Burada aslında şu anlam dile getirilir: “Ey kul, sana bitmeyen bir bereket verdik; tükenmeyecek bir hayat verdik; devam edecek bir soy, bir iz, bir süreklilik verdik. O hâlde Rabbin için kurban kes ve bu lütfa şükret.”