“Şuursuzdan Şuurluya Masalını Bitiren Gerçek”

“Bir soru soracağım…
Hem bilimsel, hem felsefi, hem psikolojik, hem de insanın iç sesini uyandıran bir soru…”

“Sebep varsa sonuç vardır.
Peki şuursuz bir sebep, nasıl şuurlu bir sonuç doğurur?”

Bu sadece bir cümle değil.
Bu evrenin matematiği.
Mantığın omurgası.
Varoluşun ilkesidir.

Bugün evrim diye dayatılan hikâye,
şuursuz süreçlerin, şuurlu sonuçlar ürettiğini iddia eder.
Tesadüf → DNA yazmış.
Rastlantı → göz inşa etmiş.
Kör süreçler → kalbi, beyni, bilinci tasarlamış.
Amaçsız mutasyonlar → insanı ortaya çıkarmış.

Bu ne biliyor musun?
Bilim değil…
akıl dışı bir inançtır.


“Her tür kendi içinde evrimleşir”

Bu bir gerçek.
Bu gözlemlenmiştir.

Köpeklerin kendi içindeki değişimine bak:

Çoban köpeği, kurt, alman kurdu, sibirya kurdu, çivava, kangal…
Hepsi aynı türün içindeki varyasyonlardır.
Evrim var mı?
Var, ama tür İÇİNDE.


Kedigiller:

Aslan, kaplan, leopar, jaguar…
Hepsi kedigil ailesinin içindeki çeşitlenmedir.
Ama hiçbiri başka bir türe DÖNÜŞMEMİŞTİR.


Atgiller:
Zebra, yaban atı, midilli, evcil at…
Hepsi kendi ailesi içinde evrimleşmiştir.
Ama “zebradan devekuşu” çıkmamıştır.

İşte gerçek evrim budur:
Tür içi değişim.
Gözlenebilir olan tek şey.
Bu bilimdir.

Ama bak burada dur.
Çünkü bir adım sonrasında anlatılan şey artık bilim değildir.


“Doğal seçilim” masalının içi boştur

Sana kelime oyunu yapıyorlar.
“Doğa seçti” diyorlar.
Doğa ne?
Ağaç mı seçti?
Güneş mi seçti?
Toprak mı seçti?
Rüzgâr mı seçti?

Sorduğun zaman cevap şu:

“Eee… yani işte… doğa seçti.”

Nasıl seçti?

“Yaa seçti işte…”

Sebep?

“Bilmiyoruz.”

Yani şuursuz bir mekanizmaya,
şuur ve niyet yükleyip,
adı da “doğal seçilim” olunca
sanki bilimsel bir şey söylemiş gibi oluyorlar.

Bak şimdi…
Doğal seçilim aslında şudur:

Zaten var olan varyasyonlardan
zaten mevcut olanı ayıklamak.

Yeni bir şey üretmez.
Yeni organ vermez.
Yeni sistem kurmaz.
Yeni bilgi yazmaz.

Kangal, kurt, çoban köpeği arasından “ortama uygun olan” yaşar.
Bu bilim.
Bunu biliyoruz.

Ama bu süreçten:

kanat çıkar,

göz çıkar,

bilinç çıkar,

kalp doğar,


demek…

Bu tamamen gözlemlenmemiş bir sıçrama,
mantıksal boşluk,
felsefi bir çöküştür.

Doğal seçilim, terzinin kumaş kesmesidir.
Kumaşı ÜRETMEZ.
Kesip biçer.

Ama kumaş nereden geldi?
Desen nasıl oluştu?
Bilgi nasıl yazıldı?

Cevap yok.


Şimdi en kritik noktaya geliyorum

Şuursuzdan şuurlu çıkmıyorsa, tesadüf bilgi üretmiyorsa,
şuursuz sebep şuurlu sonuç doğurmuyorsa…
geriye tek seçenek kalır:
Şuurlu bir Yaratıcı vardır.

Kur’an bunu açık açık söyler:

“Her şeyi bir ölçü ile yarattık.” (Kamer 49)
“Allah her şey için bir sebep kıldı.” (Furkan 20)
“Rahimde sizi şekillendirir.” (Âl-i İmran 6)

Anne karnındaki süreç bile hızlandırılmış yaratılış gibidir.
Nutfe → Alaka → Mudga → Kemik → Et giydirme…

Bu, tesadüfün dili değildir.
Bu, mühendisliğin dilidir.

Bilimin gözlediği gerçek şudur:

Her tür kendi içinde değişir.
Ama hiçbir tür başka bir türe dönüşmez.

Köpek köpek kalır.
Kedi kedi kalır.
İnsan insan kalır.

Değişir, çeşitlenir, zenginleşir…
Ama öz sınırı asla aşmaz.

Bugün insanlara “evrim” diye anlatılan masal,
işte bu sınırı yok sayar.
Gözlemlenmemiş, denenmemiş,
sebebi olmayan bir sıçramayı
bilimmiş gibi sunar.


Evrimin gözlenen kısmı: mikro değişim.
Bu bilimdir.

Evrimin uyutulan kısmı: türden türe dönüşüm.
Bu bir masaldır.
Bir inançtır.
Bir felsefi tercihtir.

Gerçek şu:

Şuursuzdan şuurlu çıkmaz.
Sebepsiz sonuç olmaz.
Tesadüf bilgi yazamaz.
Doğa seçemez.
Ama Yaratıcı tasarlar.
Ve biz o tasarımın izlerini her canlıda görürüz.”