1 MAYIS: HAKKIN VE EMEĞİN YÜZÜNE BAKMAK

Yılın bir günü, emeğin adını yüksek sesle söyleyebildiğimiz bir gün: 1 Mayıs. Beton yığınları arasında görünmez kılınan ellerin, alın terinin, sıvası hâlâ kurumamış duvarların arkasında kalan hikâyelerin sokağa döküldüğü, emekçilerin gözlerinin içine bakabildiğimiz tek gün.

Ama bu ülkede artık o gözlerin içine bakmaya bile cesaret edemiyoruz. Çünkü emek, bu topraklarda sadece hor görülmüyor; suç sayılıyor. Bu ülkede işçi, bayramını kutladığı için coplanıyor. Geçim derdiyle boğuştuğu yetmiyormuş gibi bir de tehlikeli görülüyor. Yoksulluk, kader gibi dayatılıyor; sefalet, sabırla kutsanıyor.

Türkiye’de işçi olmak; sadece düşük ücretle yaşamak değil, hayatını tehdit eden koşullarda çalışmak, her an işten atılma korkusuyla yaşamak, ölmek ama duyulmamak demektir. Soma’da, Ermenek’te, Amasra’da toprağa gömülenler hâlâ soğumadı ama kimse sorumlu değil. Yerin yedi kat altında hayatını kaybeden işçiye “kader” diyen bir siyaset, bu ülkede emeğin geleceğini zaten çoktan kefene sarmıştır.

Bir Yalnızlığın, Bir Direnişin ve Bir Utancın Günü

Gelişmiş ülkelerde işçi hakları devlet güvencesindeyken, burada devletin kendisi tehdittir. Almanya’da, Fransa’da grev bir demokratik haktır; Türkiye’de ise bir güvenlik sorunu. Bu ülkede iktidarların gözüne göre grev “milli güvenliğe aykırı” sayılır ama taşeron zulmü, güvencesizlik ve sefalet gayet "milli"dir. Çünkü bu ülkenin iktidarı, emekçiyi yalnızca seçim dönemlerinde hatırlar; o da oy istemek için.

Sermayeye sağlanan vergi afları, teşvikler, kamu ihaleleri; işçiye ise baskı, hakaret, cop, mahkeme. Patronlar milyonlarca liralık borçlarını silerken, bir işçi marketten ekmek çalsa manşet olur. Çünkü bu düzende adalet, sadece parası olanlar için vardır. Fakirsen, haksızlığa uğramış bile olsan susturulursun. Çünkü bu ülkede yoksulluk bir ceza, yoksul olmak bir suçtur.

Sendikaların Susturulan Sesi, Memurun Bükülen Boynu

Sendikalar; baskıyla, bölünmeyle, itibarsızlaştırmayla yok edilmeye çalışıldı. Gerçek sendikacılar işten atıldı, tutuklandı, mahkemelere sürüklendi. İktidar yanlısı sarı sendikalar ise adeta bir siyasi partinin taşeron kolu gibi çalışıyor. Sendikaya üye olan işçiye “tarafsız ol” deniyor ama aslında denilen şudur: “Ya bizdensin, ya işsizsin.”

Ve mesele sadece işçilerle sınırlı değil. Bu ülkede artık memur da, emekli de aynı çukurun içinde. Alım gücü erimiş, emekli maaşı kiraya yetmeyen, iki ekmek alırken hesap yapan bir memur ve emekli kitlesi oluştu. Yıllarını devlete veren, sonunda devletten dilenir hâle gelen insanların ülkesindeyiz. En düşük emekli maaşıyla hayat sürdürmek, bir mucize değil; doğrudan bir zulümdür. Ve bu zulüm, seçim meydanlarında müjde diye sunulmaktadır.

Siyasetin Taammüden İşlediği Emek Cinayeti

Emeğin durumu bu ülkede teknik bir mesele değil, açıkça siyasi bir tercihtir. Çünkü bu düzen, emekçinin sırtına basa basa yükselen bir zümrenin düzenidir. Çünkü bu rejim, itiraz eden değil, itaat eden bir toplum hayal eder. İşçi itiraz eder, hesap sorar. Bu yüzden sistem, işçiden korkar.

Bu yüzden Taksim yasaktır. Bu yüzden her 1 Mayıs öncesi olağanüstü hâl havası estirilir. Polis barikatları, gözaltılar, yasak kararları… Bu ülke, emeğin en saf ve onurlu talebini bastırmak için devletin tüm gücünü kullanır. Çünkü işçinin sesi çıkarsa, saltanat sarsılır.

Yoksulluğun Suç, Direnişin Yasak Olduğu Bir Ülke

Bu ülkede yoksulluk doğal bir sonuç değil, politik bir tercihtir. Çünkü bu düzen, işçiyi, memuru, emekliyi yoksullaştırmadan ayakta kalamaz. Ekonomiyi büyütmek adına insanların ömrü çalınır. İşçinin bayramı kutlanmaz, ancak “tasarruf” paketiyle maaşı budanır. Asgari ücret daha eline geçmeden erir, faturalara kurban gider. Bu düzende markette fiyatlara bakan göz değil, lüks otellerde harcayan el değerlidir.

Ama Hâlâ Umut Var

Yine de umut tükenmedi. Çünkü umut, her gün saat üçte kalkıp temizlik yapan kadının ellerinde. Umut, madene inen işçinin alın terinde. Umut, hakkı için direnen, susmayan, yere düşse de tekrar ayağa kalkan insanların inadında.

1 Mayıs, sadece bir anma değil; bir hesap sorma günüdür. Emekçinin yüzüne bakma, onun hakkını savunma, onunla birlikte yürüyebilme cesaretidir. Emek sadece bir iş gücü değil; bir hayattır. Ve o hayat, susturulamaz.

Çünkü emek, bu ülkenin yarınıdır. Ve yarın, asla bugünkü gibi olmayacak.

Sevgiler,

Leyla Yıldız Atahan